19 Temmuz 2009 Pazar

DELİLİK ve Övgüsü



Deliliğe Övgü, Erasmus'un taa 1509 yılında, bir yolculuk sırasında can sıkıntısından, kendi kendini eğlendirebilmek için yazdığı ve dostu Thomas More'a ithaf ettiği bir eser. Ben de bir yolculuk sırasında başladım okumaya, sonra serin bir balkonda bitirdim. Çoğu zaman sırıttım okurken, bazı yerlerinde kahkaha attım ama çoğu zaman da kafam çok karıştı.

Karışmasının nedeni, Erasmus, Deliliği bir kadın, bir tanrıça olarak gösteriyor ve onu övüyor. Bu Delilik (Stultita Bileglik Tanrıçası Minerva'nın tam tersi. İnsanın yaptığı her eylemde DeliliK'in parmağının olduğunu söylüyor. Yalnız bunu öyle bir şekilde yapıyor ki, farklı farklı bölümlerde değil, aynı sayfada bile bilgeliğin mi delilik, deliliğin mi bilgelik olduğunu anlayamıyorsunuz. Bir bakmışsınız Delilik'i övüp bilgeliği yererken, bir bakmışsınız bilgeliği övüp Delilik'i rutinleştirenlerle alay ediyor.

Örnek vermek gerekirse:

"...Gerçek bilgelik deliliktir; bilge olduklarını düşünen insanlar ise gerçekten delidirler".

"Deli olmak kendini tutkuların akışına bırakmaktır. Deli kendi zararına bilge olmayı öğrenir. bütün taşkın tutkuları delilik doğurur. çünkü bir deli ile bir bilge arasındaki fark birincisinin tutkularına, ikicisinin ise aklına boyun eğmesidir. Bence delilik cinsine ne kadar sahipsek o nispetlede mutluyuzdur. ki herkes şahit, köyün delisinin fırlattığı taş çooook uzaklara gitti."

Ben de kitapta altını çizdiğim bazı bölümleri buraya ekliyorum. Bu arada Kabalcı Yayınevi tarafından çevrilen versiyonunda çevirmen Çiğdem Dürüşken'e de teşekkürler. 212 sayfalık kitapta 680 tane çevirmen notu eklemiş. Kitabı okurken çok nadir başka kaynaklara bakmak zorunda kaldım.


DELİLİK'İN YOLDAŞLARI

"İşte görüyorsunuz, çatık kaşlı şu kadın; Philautia'dır. (kendini beğenmişlik) adeta gözlerinin içi gülen, şakşakçılık yapan şunun adı ise Kolakia (dalkavukluk). Şu gözleri kapanan uyudu uyuyacak olan ise Lethe(unutanlık) olarak adlandırılır. Dirsekleri üzerine yaslanmış, uzanarak ellerini birleştiren ise Misoponia (tembellik), şu başında gülden tacıyla her yanı esanslara bulanmış olan Hedone 'dir (zevk). Gözlerini fırıl fırıl döndürerek, vahşice bakan ise Anoia (çılgınlık) olup, etine dolgun pırıl pırıl bedeniyle şuna ise Thruphe (çekicilik) denir. Şu kızlara karışmış tanrıların birine Komon, diğerine derin uyku denmekte. İşte bakın, sadık hizmetkarlarımın yardımıyla, dünyada ne var ne yoksa hepsini, bizzat imparatorlara hükmederek kendi hükümranlığıma bağlayıverdim."

AKIL-TUTKU, ERKEK-KADIN

"Artık Homerus'un yaptığı gibi göktekileri bırakıp yeryüzüne göçmemizin zamanı geldi; benim inayetim olmadan neşeli ya da mutlu herhangi bir şeye asla rastlayamayacağınız yeryüzüne. Görmüyor musunuz, insan soyunun anası ve yaratıcısı öngörülü Doğa, deliliğin tuzundan hiç bir şey mahrum kalmasın diye nasıl da cömert davranmış? Stoacı tanımlara göre bilgelik akılla yönetilmekten başka bir şey değil: oysa delilik tutkuların buyruğuyla yönetilmektir. Iuppiter(Zeus), insanoğlunun yaşamı tümüyle kederli ve acımasız geçmesin diye akıldan çok ne kadar tutku varsa bağışlamış demek ki? Kıyasladığınızda, adeta kumsalda bir kum tanesi. Dahası, aklı kafanın daracık bir köşesine sıkıştırmış, bedenin kalanını tutkulara bırakmış. Sonra tek başına duran aklın karşısına zorba mı zorba iki tiran dikmiş; birisi gönlün kalesini ve yaşam pınarı kalbi ele geçiren öfke, diğeri bedenin en aşağı uzvuna kadar her yana hükmeden şehvet.Bu iki askeri güç karşısında aklın ne kadar sağlıklı kalabildiğini insanların sıradan yaşamları bize kanıtlar."

"Akıl yapabileceği tek şeyi yapar ve boğuk boğuk bağırır, görgü kuralları vaaz eder; o zaman bu ikisi kralın eline idam ipini tutuşturup "git kendini as" dercesine iğrenç şekilde çığlık çığlığa bağılır, ta ki yorun düşen kral savaşı bırakıp teslim olana kadar.Ama erkek dediğin dünya işlerini yönetmek üzere doğduğundan, doğa ona bu bir nebze akıldan biraz fazlasını vermek zorunda kalmıştır. Sağlam bir karar almak için başka her konuda olduğu gibi bu konuda da bana başvurunca, doğrusu ben de adıma yakışır bir karar verdim: Erkeğin yanına bir kadın verilmesini istedim, şüphesiz budala ve sersem bir yaratıktı bu, ama eğlenceli ve tatlı; deliliğiyle erkeğin o sert mizacını yumuşatabilir ve sevimli hale getirebilir.Kadını akıllı hayvanlar sınıfına mı, yoksa yabani hayvanlar sınıfına mı yerleştireceğine pek karar veremeyen Plato'nun da bu cinsin dikkate değer deliliğine işaret etmekten başka bir niyeti yoktur. Olur da kadın bilge olmaya yeltenirse, iki kat deli olmaktan başka bir iş yapmış olmaz."

"Çünkü insan, doğasında olmadığı halde erdem maskesi takıp da kendi karakterinin dışına çıkarsa, kusurunu ikiye katlamış olur. Bir yunan atasözü öyle der: Mor elbise de giyse, maymun yine maymundur. İşte kadın da hep kadındır, yani delidir, istediği kadar maske de taksa. Ama kadın cinsinin bana gücenecek kadar deli olduğunu da düşünmüyorum, ben de bir kadın olduğuma göre; öyleyse DELİLİK olarak deliliği onlara atfediyorum. Meseleye doğru baktıklarında, bir çok bakımdan erkeklerden üstün olmalarını Deliliğe borçlu olduklarını anlayacaklardır. Her şeyden önce güzellikle ödüllendirilmişler, bunu haklı olarak her şeyin üstünde tutuyorlar ve arkasına sığınıp zorba krallara bile zorbalık ediyorlar. Sonra, bir kadın bu yaşamda bir erkeğin çok hoşuna gitmekten başka ne ister? Bunca giysinin, bunca yıkanmanın, bunca taranmanın, bunca merheme bulanmanın, bunca koku sürmenin, yüzü gözü, teni bunca düzeltme, boyama, yeni bir kılığa sokma becerilerinin başka ne anlamı olabilir? Delilikten başka bir adla erkeklerin iltifatlarını kazanabilirler mi? Erkeklerse eşlerinin bunları yapmalarına niye karışmaz? Zevk dışında başka kazançları olabilir mi? Ama onlara zevk veren delilikten başka bir şey değil. Kadnın vereceği zevkten yararlanmak istediğinde , bir erkeğin bir kadına söylediği saçma sapan sözleri ve yaptığı sululukları düşününce, bunun bir gerçek olduğunu kimse reddedemez."

DOSTLUK VE DELİLİK

"...Haydi, söyleyin bakalım, dostların kusurlarını görmezlikten gelmek, geciştirmek, göz yummak olduğundan farklı görmek, apaçık kusurları erdemmiş gibi sevip saymak, bunlara hayranlık beslemek delilikle akraba olmak değil de nedir? Birinin sevgilisindeki bene öpücükler kondurması, diğerinin kuzucuğun burnundaki yumruyu sevip okşaması, bir babanın oğlunun şaşı gözündeki ışığı anlata anlata bitirememesi, rica ederim söyleyin, bunlar saf delilik değil de nedir? Defalarca haykırabilirsiniz deliliktir diye; ama işte bir tek bu delilik dostları birbirlerine bağlar ve bu bağı sonsuza dek korur. Tabii burada ölümlülerden söz ediyorum, hiçbiri kusursuz doğmamış olanlardan; ama her biri Tanrı olan bilgelere gelince, bunların arasında öyle dostluk falan yoktur zaten, olsa bile sıkıcı, tatsız tutsuz bir şeydir bu ve ancak bir kaç kişi arasında olur. Hiç kimse arasında olmaz demek yakışık almaz, çünkü insanların çoğu aslında delidir, hayır şöyle demeliyiz, çeşitli şekillerde delirmeyen kimse yoktur, bu yüzden zorunluluk benzerini benzeriyle buluşturur. Gün gelip de o suratsızlar arasında karşılıklı iyi niyet oluşsa bile, bu kesinlikle kalıcı olmaz, hiç bir şekilde uzun sürmez; çünkü aralarında öyle müşkülpesentleri, öyle safi göz olanları var ki, dostlarının kusurlarını bir kartaldan ya da Epidauruslu yılandan bile daha iyi seçerler. Öte yandan kendi kusurları söz konusu olduğunda körleşir, sırtlarına asılı heybeyi görmezler. Karakteri ne olursa olsun, insanın doğası büyük kusurlar işlemeye eğilimlidir. Buna bir de yaş farkını, ölümlü yaşamda olabilecek bütün sapmaları, bütün yanılgıları, bütün arızaları ekleyin, bakın bakalım o Arguslar (Yunan Mit. tek gözlü canavar) dostluğun keyfini bir saat bile sürebilirler mi, iyi huyluluk, ya da bizdeki kullanımıyla delilik veya saflık işe karışmamış olsa?

Dostluk hakkında söylediklerim evlilikte çok daha fazla hissedilecektir, çünkü evliliğin anlamı yaşamın kopmaz birlikteliğidir. Ah ölümsüz tanrım, ne çok boşanma ya da boşanmadan da öte ne büyük kötülükler olurdu şu dünyada, eğer erkekle kadın arasındaki bu teklifsiz ilişki benim refakatçilerimin dalkavukluğuyla, şakacılığıyla, hatırşinaslığıyla, yanıltmacasıyla, aldatmacasıyla desteklenmeseydi ve beslenmeseydi? Ah neler olurdu neler, damat bey şöyle akıllılık edip de şimdi çok namuslu görünen o dünyalar tatlısı bakireciğinin evlenmeden önce ne cevizler kırdığını öğrenmeye kalksaydı? Evlilik gerçekleşse bile sadece bir kaçı uzun sürerdi, kadının yediği haltlar kocanın göz yummalarıyla ya da budalalıklarıyla örtbas edilmeseydi? İşte her şey delilik sayesinde yerli yerine oturur, onun işe karışmasıyla birlikte kadın kocasına hoş görünür, koca da karısına; yuvalarında huzur olur, birlikteleri sürüp gider sonsuza."

MUTLULUK VE SANI

"...Mutluluk insanın sanılarına bağlıdır. İnsanların yaşantısı o kadar karanlık ve o kadar karışıktır ki, hiçbiri açık seçik bilinemez. Tutun ki bazı şeyleri bilme olanağına sahibiz, düşünsenize bu yaşamımızın tadını nasıl da kaçırırdı. Ne de olsa insan zihni, doğrulardan çok yanlışları alacak şekilde biçimlenmiştir. ...Oysa doğru bilgiye ulaşmak için her zaman büyük bedeller ödemek gerekir. Oysa sanı çok kolay üretilir. Buna rağmen mutluluğun oluşumuna çok fazla, hatta cömert biçimde katkıda bulunur. Bayatlamış ve tuzlanmış balıklarla beslenen bir adamı düşünün, siz bunların kokusuna bile tahammül edemezken, adama ambrosia kadar leziz gelir bu balıklar. Şimdi soruyorum, balığın bayat olması onun mutluluğunu azaltır mı? Zıddını düşünün, balık mersinbalığı diyelim, eğer tadı adamın midesini bulandırıyorsa, onun yaşamını mutlu kılabilir mi? Bir adamın tarife sığmaz çirkinlikte bir karısı olduğunu düşünün, bu kadın kocasının gözğnde Aşk Tanrıçasıyla yarışacak derecede güzel görünüyorsa, gerçekten güzel olmuş olsaydı aynı etkiyi yaratır mıydı? Adaşım birini tanıyorum, yeni evlendiği karısına sahte mücevherler armağan etmişti, ağzı iyi laf yapan bir palavracı olduğundan, karısını bu mücevherlerin hakiki ve doğal olduğu kadar eşsiz ve paha biçilmez değerde olduğuna öyle inandırmıştı ki. Şimdi soruyorum, yeni gelin o cama bakarken hem gözlerini hem de ruhunu bir mücevhere bakar gibi büyük bir hazla doyuruyorsa, o ıvır zıvırı eşsiz bir hazineymiş gibi başucunda saklayıp koruyorsa, onu başka ne ilgilendirir? Bu arada kocası da hem parasından olmamış hem de karısının aldanışından zevklenmiştir, ayrıca sanki kendisine bir servete mal olan armağanlarla donatmış gibi, karısını kendisine minnettar kılmıştır."

MUTLULUK VE KENDİNİ BEĞENMİŞLİK

"Öyleyse soruyorum, kendisinden nefret eden adam başkasını sevebilir mi? Kendisiyle anlaşamayann kişi başkasıyla anlaşabilir mi? Kendisinden bile bıkmış usanmış kişi başkasına keyif verebilir mi? Bana göre, insan Delilikten daha deli değilse bu sorular karşısında sadece susar. Beni dışladığınız takdirde hiç biriniz bir başkasına katlanamazsınız hatta kendinizden bile tiksinir, kendiniden mideniz bulanır ve kendinize kem gözle bakarsınız. Çünkü bir çok açıdan anadan çok üvey ana olan doğa , ölümlülerin ruhlarına, özellikle de az biraz bilge olanlara kötülük tohumu eklemiştir; bu yüzden insan elindekine şükretmeyip başkasınınkine gıpta eder. ...İnsanın kendini beğenmesi kadar delice bir şey olabilir mi? Kendine hayran olması kadar? Ama insan kendini beğenmese, makul, hoşa giden ve terbiyeli bir davranış sergileyebilir mi? Ne kadar zorunlu birşeydir demek ki insanın kendi kendini beğenmesi, başkalarının saygısını kazanmadan önce kendi kendisinin saygısını kazanmak için kendini bir parça pohpohlaması. Sonuçta insan kendi gibi olmak istediğinde mutluluğun asıl özünü yakalar; şu benim yandaşım Kendini Beğenmişlik, hiç kimsenin kendi güzelliğinden bıkmamasını sağlayarak bu işi kolaylaştırır, hiç kimsenin kendi konumundan, hiç kimsenin kendi yaşama biçiminden ve hiç kimsenin kendi vatanından bıkmamasını sağlayarak."

SON SÖZ =)

Anlıyorum şimdi benden bir son söz bekliyorsunuz, ama bu kadar karman çorman konuştuktan sonra , söylemiş olduklarımı anımsayacağımı düşünüyorsanız delirmiş olmalısınız. Eski bir deyiş vardır: "Hafızası güçlü bir içki yoldaşından nefret ederim" Buna ben yeni bir deyiş ekliyorum: "Hafızası güçlü bir dinleyiciden nefret ederim" Öyleyse, haydi bana eyvallah, alkışlayın, yaşayın, için, ey DELİLİĞİN seçkin erenleri.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder