3 Temmuz 2009 Cuma

Huysuz ve tatlı bir kadın: Afife Jale

Kimine göre sanat fedaisi, kimine göre ucuz bir sokak fahişesiydi Afife. Adının manasına uygun yaşadığı yıllarda bile çoğu kez iffetsizlikle suçlandı. Tarihe adını, 'Sahneye İlk Çıkan Türk Tiyatrocu Kadın' olarak yazdıran Afife'nin ilk rolü, Hüsetin Suat'ın Yamalar adlı oyunundaki genç kadın karakteri Emel'di. Yıllar sonra o günü anlattığında 'Hayatımda mesut olduğum ilk geceydi.' diyecekti. 39 yıla sığan yaşam öyküsünde nice mutluluklar yakalamasına rağmen hakiki emeline bir türlü ulaşamadan; duasız, terkedilmiş bir akıl hastanesi odasında hayata gözlerini yumdu.


1918 yılında, kalbindeki tiyatro ve sahne aşkı ağır basan küçük Afife, ailesinden gizlice sınavlara girer. Daha onaltısına yeni basmış, azmi, kabiliyeti ve güzelliğiyle dikkat çeker. Sınavlarda başarılı olmuş ve tiyatroya kabul edilmiştir. Ancak o dönemde Türk kadınlarının sahneye çıkması yasak olduğu için hep sahne arkası işlerde çalışır. Bir nevi umutsuzlukla yarışa girişir, imkansız olanı bilmesine karşın bildiği yolda ilerler. Yurtdışından ihraç yabancı aktristlerin provalarında onları dikkatle izler, rollerini ezberler, kendini daima sahneye çıkacak gibi hazır tutar. Tiyatroya girişinin ikinci yılında, Hüseyin Suat'ın Yamalar adlı oyununun sahne hazırlıkları devam etmektedir. Apollon Tiyatrosu'nda sergilenecek oyunun duyuruları yapılmış, tüm biletler neredeyse tükenmiştir. Ancak oyunculardan biri, Fransız Eliza Binemeciyan topluluktan ayrılmış ve yurtdışına gitmiştir. Oyunun tarihi bir hafta ileri atılır ve çözüm yolları aranmaya başlanır. İşte tam bu esnada akıllara bir fikir gelir. Sahne gerisinde çalışan genç kadınlardan biri belki bu rolü kotarabilir diyerek bir eleme kurulu tertip edilir. Afife, can kulağıyla dinlediği ve ezberlediği bu rolü en başarılı şekilde uygulayan kadındır. Role seçilir ancak müslüman olduğu ve sahneye çıkması kötü sonuçlar doğuracağı için, 'Jale' takma adıyla sahneye çıkmasına karar verilir.

1920 yılında sahnelerle tanışan Afife Jale'nin yıldızı işte bu oyunla parıldamaya başlar. İlk oyun sahnesi kısmen sorunsuz geçse de diğer oyunlarda tiyatro baskına uğrar. Bir iki kez uyanıklık ederek Afife'yi kaçırmayı başarmışlardır. Ancak her defasında şans yaver gitmez; genç kadın karakola götürülür. Hırpalanır, aşağılanır. Sözlü şiddetin yanı sıra bedensel şiddete de maruz kalır. Sahnelerde delicesine alkışlanan genç kadın, babasının gözünde artık bir fahişedir. Ailesi olan tüm bağı bu olaylar ve sahneye çıkışıyla bitmiştir. Tiyatroda saygı ve itibarla karşılanmasına rağmen günlük hayatta sıkça benzer sorunlarla karşılaşır.

Afife bu yıllarını ve sonrasını aile sevgisinden uzak geçirir. Sahneye çıkışı büyük sorunlar yaşamasına neden olduğu için sürekli huzurluklarla boğuşur. Bu esnada yaşadığı psikolojik rahatsızlıkları aşabilmek için morfin kullanmaya başlar. Azim ve çalışkanlıkla başlayan tiyaro yaşantısı, bağımlı hale gelmesi nedeniyle sekteye uğramaya başlar. 1923 yılında Atatürk'ün emriyle Müslüman Türk kadınlarının sahneye çıkmasına izin verilmiştir. Ancak Afife eski Afife değildir artık. Yaşantısının düzensizliği ve bağımlılığı nedeniyle tiyatrolara kabul edilmez. Şehir dışında oyunlar sergileyen ekiplerle yola koyulur. Şansını orda değerlendirmeye çalışır.

Yıllar benzer telaşlar ve karmaşalarla geçereken bir bahar akşamı Hafız Burhan'ın konserine gider Afife. Orda sanatçının arkasında tamburuyla eşlik eden Selahattin Pınar'ı görür. Ortak dostları sayesinde tanışır ve kısa sürede yakınlaşırlar. Arkadaşlıkları yaklaşık iki yıl sürer ve evlilikle neticelenir (1929).

Evliliklerinin ilk yılları sorunsuz ve büyük aşk tanımlarını kıskandıracak bir uyumla geçer. Evde çocuklar gibi saklambaç oynamalarla, bestelerle, taklitlerle, kahkahalarla... Selahattin Pınar, ahu gözlü güzel karısının aşkıyla sanat hayatında yükselmeler yaşarken Afife gerilemeye devam eder. Tiyatrolardan teklif gelmemekte, ötelendiğini hissetmektedir. Yavaş yavaş eski alışkanlıklarına sarılmaya başlar genç kadın. Bir gün odada koluna ilaç zerk ederken eşi bu durumu görür ve inanamaz. Afife'yi döndürmeye çalışır yolundan. Yapamaz, olduramaz. Kendi de ipsiz kuyuya çekilmek üzeredir. O da mutluluğu uyuşturucularda aramaya başlar. Afife çöküşü daha ilerilere götürür. Morfin edinebilmek için eczacı ile birlikte olur. Selahattin Pınar durumdan haberdar olduğunda büyük bir yıkım yaşar. Aşık olduğu, taptığı kadını terk etmek ister ancak başaramaz. Bu şekilde devam ederler. An gelir Afife yalvarmaya başlar. Eğer ayrılmazlarsa onun hayatını da aşağı çekeceğini anlatır. Yol yakınken, zaman varken onu terk etmesini ve kurtulmasını söyler. İstemeyerek de olsa ayrılırlar. İmzalar evraklardan silinmiştir silinmesine ama aşkları gönüllerinden silinmeyecektir.

Ayrılık sonrasında Selahattin Pınar adeta sanat hayatının zirvesine tırmanışa geçer. Afife ile birlikteyken ve boşanmaları sonrasında bestelediği parçalarla o da adını unutulmayanlara yazdıracaktır. Karşılıksız aşk, ümitsizlik ve ayırlık acısı ile dolu besteler icra eder.

Afife ayrılık sonrası tam anlamıyla çöküşe geçer. Sokaklarda, parklarda, bilmediği adamların koynunda, bilmedik evlerde gözlerini açmaya başlar. Uyur uyanır. Olumsuzlukların geçmesini uyuşturuculardan diler hale gelir. Çözümsüzlüğünü gören eski arkadaşları el birliğiyle onu Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastenesi'ne yatırırlar. Uzunca süre tedavisi gereği burda kalır. İyileşemez. Vücudu ilaçların ve ağır uyuşturucuların etkisiyle güçsüz düştüğü için, 39 yaşında veda eder yaşamına.

Mezarında aklı sağ iken tanıdığı, sevdiği kimse yoktur. Hastane görevlileri ve imam eşliğinde toprak üzerine serilir. Yıllar geçer mezarının yeri unutulur. Tarihte mezarı unutulan İlk Tiyatrocu Kadın da yine Afife Jale olmuştur herhalde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder