13 Temmuz 2009 Pazartesi

gitmeden önce...

Saçlarımın kokusunu çok severler. Gür ve kzıl olmalarının haricinde en büyük özelliği bu sanırım. Zaten bir saçın daha fazla özelliğe sahip olması da anlamsız. Sanırım bu kadara kafatasından savrulan birşey için yeterli. Uzun ve kalın bukleleriyle dalgalanmalarını daima çok sevdim. Bana ait olan herşeyi sevdiğim diğerlerini önemsemediğim gibi.

Adım Olga. Bu ismi kendime 26 yaşımda verdim. Eskisinden hiç hoşlanmazdım. Bana ait değildi. Beni anlatamıyordu. Bir insana konulan isim neyse yakışmalı. En azından onunla alakalı basit detaylar hakkında bilgi verebilmeli. Yoksa bir anlamı olmayan kelime yığınından öteye gidemiyor. Ailemin bana koyduğu isim Emel. Bana ait olmayan ne varsa onu çağrıştıran bir isim. Gerçekleşmesi zamana bağlı olan isteklerle alakadar değilimdir. Her şey şu anda ne kadar varsa o denli önemlidir benim için. Bekleme ve çabalama safhası geriye götürmekten başka bir duygu verecekmiş hissi uyandırmıyor. Gelecekle bağlantı kurarak sabır zincirlerine yeni halkalar eklemek anda var olanı eksiltebilir. Bu bana hiç ilgi çekici gelmiyor.



Şu anda bencil biri gibi göründüğümün farkında olarak yazıyorum bunları. Senin aklında yine senin konumlandıracağın bir alanda nasıl var olacağımın da bir manası yok. Eğer mutlaka bunu kafama takmamı ve bunun önemli olduğunu bana dikte etmeye çalışacaksan, söyleyeceğim bir iki cümle olacak. İki paragraf bir insanı özeti olamaz. Bundan hareketle değerlendirme yapacak bilinçte biriysen senin için yazının seyrini değiştiremeyecek kadar meşgul olacağımı da bil.

Neyse. Yine de çok kabalaşmadan devam etmeliyim. Bunu da kendim istediğim için yaptığımı söylememe gerek yok artık. Anlamışsındır. Bir karar verdim geçen gece. Hayat hikayesinin kötü olduğuna inanan her insan gibi bende yazar olma heveslisi bir budalayım. Anlatacak çok şeyinin olması bir kitap yazmaya yetmez. Sadece konu olacak malzemeyi verir. Bunun da farkındayım. Kendimi mutfakta bolca malzemesi olan bir aşçı gibi hissettim bir anda. Yemek yapma becerisine sahip olmadığım için yemek kötü olacak. Demek oluyor ki mutfakta ne kadar iyi malzemeler olsa da eğer gerçek bir aşçıya emanet edilmezse çöptür. Bu kelimeler de sanal ortamdaki çöp kutusunu boylamayı hak edebilecek ölçüdedir belki de. Kim bilir?

İnsanlığın tanımı kocaman bir kütüphanede barınan kitapların sayfalarına zorla misafir edilmiş cümlelerden ibaret. Davet edilmeyenlerin öyküsü ise hiç bilinmeyecek. Birinin beni zorla bir yere götürmesi fikrine de aşina değilimdir. Kendi alanımı oluşturma ve bir iz bırakma isteğim de bundan doğuyor. Doğum ve yaşayış çizgimin üzerinde seyrederken hafızama aldığım kelimeleri özenle seçmeye çalışıyorum. Biriktirdiklerim son dönemde yaşadığım yerin kötü olmasından mıdır nedir, hep argo sözcükleri veya kaba tabirleri içeriyor. İçermek. Bu kelimeyi çok seviyorum. Er gibi içebilsin her erkek yazmak istedim bir anda. İçli içli ağlamasın bir kadın köşe başında. Kelimeler benim olduğuna göre arsızca kullanmakta da özgürüm.

Şimdi hikayenin en başına dönmeliyim. Hayatımın başladığı günle bitiş günü aynı tarihe denk geliyor. Kasım soğuğunda yere uzanmak ürkütücüydü. Kafama aldığım darbeyle yere devrilirken son gördüğüm şey kıpkırmızı denizdi. Gözlerimin önünde akan kızıllık karşımda duran mavilikle birleşince ortaya daha alacalı bir renk çıktı. Öyle herkesin bahsettiği gibi ne bir ışık gördüm ne de karanlık mağaranın çıkışında birileri adımı seslenip beni çağırdı. Sadece sonsuz bir boşluk hissi hakimdi. Sesler hiç duymadığım bir enstrümandan geliyor gibi, ilk kez dinlediğim için çok farklı geliyordu. Melodi bittiği an veda edeceğimi bildiğim için kendimi tınılara odaklamaya çalıştım var gücümle. Onlara sığındım. Bir süre sonra soğuğa dayanamadığımı, vücudumun kaskatı kesildiğini hissettim. Tenimden süzülen sıcaklık kaynağı tüketince yerini sonsuzluğa bırakacaktı. Biliyordum.

Uyandığımda kaç saat geçtiğini bilmiyordum. Üzerimdeki her şeyi çıkarmışlardı. Çantam, diğer aksesuarlarım da yoktu. Saatimi de bulamamıştım. Benim için çok değerli bir hediyeydi. İşte insan böyle arsızlaşabiliyor. Yaşadığıma sevinmemle bir nesneyi kaybettiğim için duyduğum üzüntü birbirine karışıyor. Bünyelerimizin tam bir harman yeri olduğunu düşünüyorum. Havayı kokluyorum, pazar kokusu alıyorum. Her yerde bir telaş, hafif tatlı yorgunluklar, biraz tembellik var. Evet, bugün pazar olmalı.

Keşke aynamı bıraksalardı. Nasıl görünüyorum acaba? Bir kadın için önemli bir detay güzel olmak. Hırpalanmış bedenimin görünen kısımları beni ürkütüyor. Dizlerim en son küçük bir çocukken böylesine yara bere içindeydi. Neyse ki bu bir nebze olsun mutluluk veriyor. Kendimi tapteze hissediyorum bir anlığına. Çocuk yaralarım geri geliyor ve yalnızlık hissi bir anlığına da olsa geçiyor. Kalkmaya çalıştığımda başım feci şekilde dönüyor. Hemen kalkmama gerek. Biraz soluklanıyorum. Yakında gördüğüm çöp konteynırına doğru gitmeyi istiyorum. Sürüklenerek yavaşta olsa ilerliyorum. Küçük taşlar canımı çok fazla yakmıyor. Aldığım darbeler ağrı eşiğimi yükseltmiş olmalı. Vücuduma yapışan kumlar biraz olsun ısı sağlıyor. Konteynıra vardığımda tutunarak ayağa kalkmayı deniyorum. Demirin soğukluğu ile vücudumun ısısı birbirine yakın geliyor. Kendimi içine kötülükler fırlatılmış boş bir kutu gibi hissediyorum. Çöpte bulmayı umduğum naylon poşetlerle biraz olsun giyinik görünmeyi planlıyorum. Kötü kokacağım fakat eve gidene kadar idare edebilirim. Sonra sıcak bir banyo işimi görür.

Adnan hiçbir zaman akıllı bir adam olmadı. Çabalamadı, denemedi demek istemiyorum. Bazı insanlar doğuştan eksik programlanmış bir makinaya benziyor. Olmamış. Mineralini tutturamamışlar. Elbiselerimi daha uzaklardaki bir çöpe atmayı akıl edemeyişi bana yarıyor. Ah hep böyle bu adam! Hiç değişmeyecek. Zarar verse de farkında olmadan iyiliği de dokunuyor. Kumbaradan bozuk para araklayan minik bir veledin sevinciyle kıyafetlerimi çekip çıkarıyorum. Üzerlerine sinen çürük et kokusu ile fiyatları düşmüş. Geri verirken bir de para ödemem gerekecek. Neyse iyileşince fazla mesaiye kalır hallederim artık ne yapabilirim.

Karakola gitmeyi düşünüyorum. Aynasızlara ne desem acaba. Aynamı kaybettim ama duydum ki sizinki de bir süredir kayıpmış. En iyisi ben size bir ayna kapıp geleyim nöbetçi manifaturacıdan. Belki herkes kendini daha net görebilir. Aynalar yalancıdır gerçi. Neyse konumuz bu değil. Ben? Neden mi bu haldeyim? Sekiz tane yemeyi canım istemedi, karşı çıktım. Onlar da karşı atakta bulundu sanırım. Yeterince açıklayıcı değil mi? Tamam detaylarıyla anlatıyorum. Adnan ile üç kişi için anlaşmıştım. Sahile gidince işin rengi değişti. Telefonla birilerini aradılar. İçki, muhabbet derken sekiz kişiye çıktı. Adnan'a bir kız daha çağır dedim. Sen halledersin sultanım dedi. Karşı çıkınca ayaklanma durumuna geçtiler. Tahtımdan oldum. Yine mi anlamadınız? Kafam gözüm durumu anlatmıyor mu? Şiddete maruz kaldım. Ben, ben mi? Fahişeyim. Ama şu anda konu olmamalı. Kibarca anlatamıyorum özür dilerim. Küfür savurma evresine geçeceğim. Neyse vazgeçtim. En iyisi karakola gitmemeliyim. Sahi karakolda ayna varsa neden içine aldıkları personele ayna temin etmemişler. Ticaretten hiç anlamadım.

En iyisi eve gitmek. Kimselere görünmeden birkaç parça önemsiz eşyayı ve zuladaki mangırları indirip ortadan tamamen yok olmak. Öyle bıraktıklarına göre benden tamamen ümidi kesmiş olmalı. Belki öldüğüme inanır bir müddet ortalarda görünmeyince. Şanslıysam birileri o arada onu da temizler. Yeni sayfamı açarken korku ya da telaş duymak istemiyorum.

Düşüncelerimin elinden tutan olmadı hiç. Bedenimi sarmalayan eller belki daha az acılı olabilirdi öyle olsaydı. Bedenlerimiz toyken öfkelerimiz daha büyük oluyor. Evden ayrılmadan önce keşke bunu hesaplayabilseydim. Ama babam küçük tutsaydı kızgınlıklarını diyorum diğer yandan. O olgunlaşmıştı nasılsa. Kontrolü bu kadar elinde tutmaya çalışırken, çatlaklardan sızanları da farkedebilseydi. Böyle olmazdı. Keşkeleri sevmiyorum ama çok sıkıya geldiğimde, dar anlarımla onlara sarılıp rahatlıyorum. Bir ağrı kesici almam lazım acilen. Başım çok ağrıyor.

İlginç ama şimdi ışığı görüyorum. Demek dedikleri doğruymuş.

"MERSİN SAHİLİNDE KADIN CESEDİ BULUNDU

Mersin sahilinde saçları kazınmış kadın cesedi bulundu. AA Muhabirinin edindiği bilgiye göre Adnan Menderes Bulvarı'ndaki Suphi Öner Öğretmenevi'nin karşısındaki sahil bandında oltayla balık tutan vatandaşlar kayalıkların arasında sıkışmış kadın cesedi gördü. İhbar üzerine olay yerine giden polis ekipleri saçları kazınmış, 45 yaşlarında, çıplak kadın cesediyle karşılaştı. Olay yeri inceleme ekipleriyle savcının yaptığı incelemenin ardından ceset bulunduğu yerden çıkartılarak Mersin Devlet Hastanesi morguna kaldırıldı. Olayla ilgili soruşturmanın sürdürüldüğü bildirildi. "


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder