21 Haziran 2009 Pazar

Bölüm 24

Çölde kazaya uğradığımdan bu yana sekiz gün geçmişti. Tüccarın öyküsünün sonunu dinlerken son yudum suyumu içiyordum.

"Evet," dedim küçük prense. "Anlattıkların çok hoş ama ben hâlâ uçağımı onaramadım; içecek bir şeyim de kalmadı. Doğrusu ben de gönlümce bir su kaynağına yürümeyi isterdim!"

"Dostum olan tilki..."

"Sevgili küçük adamım. Bu işle tilkinin bir ilgisi yok!"

"Neden?"

"Çünkü susuzluktan ölmek üzereyim de ondan..."

Söylediğimi anlayamıyordu. "Dost edinmiş olmak iyi bir şeydir," dedi yanıt olarak, "ölmek üzere olsa bile insan. Örneğin ben bir tilki ile dost olduğum için çok mutluyum..."

"Durumu anlayamıyor," diye düşündüm. "Hiç susamıyor, hiç acıkmıyor ki. Biraz güneş yetiyor ona..."

Ama dimdik bana bakarak düşündüklerimi yanıtladı:

"Ben de susadım. Haydi bir kuyu arayalım..."

Bezginlikle elimi salladım. Koskoca çölde rasgele kuyu aramak saçmaydı. Yine de yürümeye başladım.

Birkaç saat konuşmadan yürüdük. Gece oldu ve yıldızlar çıktı. Susuzluk biraz başımı döndürüyordu; rüyadaymışım gibi baktım yıldızlara. Birden küçük prensin son söylediği çınladı kafamın içinde.

"Demek sen de susadın?" dedim.

Sorumu yanıtlamadı, yalnızca, "Su yürek için de iyidir..." dedi.

Bir şey anlamamıştım, ama sustum. Onu sorguya çekmenin bir işe yaramayacağını biliyordum.

Yorulmuştu. Oturdu. Ben de yanına oturdum. Bir süre sessizlikten sonra yine konuştu:

"Buralardan görülmeyen bir çiçek sayesinde yıldızlar güzel."

"Evet, güzel," diye yanıtladım. Sonra da önümüzde uzanan, ay ışığının aydınlattığı kum tepelerine çevirdim başımı.

"Çöl güzel," diye ekledi küçük prens.

Doğruydu. Çölü her zaman severdim. İnsan çölde bir kum tepesine oturduğunda hiçbir şey görmez, hiçbir şey duymaz. Ama yine de o sessizliğin içinde bir şeyler soluk alıp veriyor, bir şeyler parıldıyor gibidir...

"Çölü güzel yapan," dedi küçük prens, "bir yerlerde bir kuyuyu gizliyor olması..."

Şaşkınlıkla baktım. Kumlardan yayılan gizemli ışığın nedenini anlamıştım birden.
Çocukken yaşadığımız eski evin altında bir hazinenin gömülü olduğunu söylemişlerdi bize. Doğrusu kimse tam olarak nerede olduğunu bilmiyordu, hatta belki kimse aramamıştı bile. Ama o evin büyüsüydü o. Evim yüreğimin derinliklerinde bir sır saklıyordu...

"Doğru," dedim küçük prense. "Ev, yıldızlar, çöl... Onları güzel yapan gözle görülmeyen bir şeyler!"

"Tilkimle aynı fikirde olmana sevindim," dedi küçük prens.

Küçük prens uykuya dalarken onu kucağıma alıp yine yola koyuldum. Çok etkilenmiştim; duygularım karmakarışık olmuştu. Çok narin bir hazine taşıyor gibiydim. Hatta, sanki dünyada ondan daha narin bir şey yoktu. Ay ışığının aydınlattığı soluk alnına, yumulu gözlerine, rüzgârın uçuşturduğu saçına baktım ve şöyle söyledim kendi kendime:

"Şu anda gördüğüm yalnızca bir kabuk. Asıl önemli olan ise gözle görülmüyor..."

Dudakları belli belirsiz bir gülümsemeyle aralanırken kendi kendime şunları söylüyordum:

"Küçük prensin beni en çok etkileyen yanı uykudayken bile çiçeğine, tüm varlığını bir lambanın ışığı gibi aydınlatan bir gülün hayaline olan bağlılığı..." Şimdi onu daha da narin hissediyordum. Onu korumak, sakınmak istiyordum; sanki hafif bir esintinin söndürüvcreceği bir küçücük alevdi...

Gün doğarken kuyuyu buldum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder